Öfkelerinin verdiği karanlığın içerisinde kendi körlüklerine katlanmak onlar için daha cazipti. Bilinenler, sürekli değiştirilmiş ve kendilerinin çıkar sağlayacağı şekillere girmişti. Her tarafta naralar atarak gerçeği savuşturmak, onların asıl işi olmuştu. Soyacak bir şey kalmayınca ‘Gerçeğin Soygunu’nu kendilerine görev bildiler. Yaktılar, talan ettiler; hakikatin bilinirliğinin olduğu köyleri. Taş üstünde taş, gövde üstünde özgürce düşünen baş bırakmadılar. Ve kendi diktalarının yolunda modernize ettikleri kitapların arkalarına sığındılar. Onlara inanmayanları kor alevlerde yaktılar. Ve buna Tanrı’nın buyurduğu dediler. O gün Tanrı bile utanmıştı bu olanlardan. Kutsal nizamı sunduğu ruhların, liderlik inancıyla yanıp tutuştuklarını gördüğü gün hepsini terk etti. Yalnız kaldıkları Dünya arenasında kıyametin gelişine dek birbirlerine zarar vermekle lanetlendiler. Ve gün geldi, bir tas yemek için cennetten topraklar sattılar. Gidenler görmüş müydü ki cenneti? Geri dönüp herkese müjdelemişler miydi?
Sayfa: /