Türkçe ilk yazılı kaynaklardan bu yana İç Asya’dan Tuna boyuna, Kuzey Afrika’dan Doğu Türkistan’a kadar uzanan bir mekânda yayılmış hem çok eski hem de çok geniş satıhlarda kendisine yaşam alanı bulmuş bir dildir. Başkaca bir dilin bir lehçe etrafında şekillenip bu kadar geniş bir coğrafyada tek bir yazı dili ile bu kadar uzun zaman yaşaması söz konusu değildir.
Alparslan’ın ordularıyla Anadolu’ya girişini takip eden süreçte Türkçenin güney batı kolu önce emeklemeye sonra yürümeye ve ardından koşmaya başlamış, bir İmparatorluk dili azametiyle basit gündelik Türkçeden ozanların diline, ağdalı şiir dilinden diplomatik dile, bilim dilinden askerlik diline her alanda gelişip Doğu’da şekillenen Türkçeyle yarışır bir kıvama ulaşmıştır. Batı Türkçesi Anadolu Selçuklularından Beylikler dönemine Osmanlı Türkçesinden Türkiye Türkçesine evrilirken Anadolu’yu ve Balkanları kendisine vatan edinen çeşitli boy oymak ve gruplar hem ata yadigârı dil özelliklerini hem de dostlukla karışıp kaynaştıkları yerli halkın dil özelliklerini ağızlarına katıp farklı farklı tatlarda konuşma dilleri elde etmişlerdir. Bu farklı konuşma dilleri Osmanlı devlet ricalini ve sade halkı hiç rahatsız etmemiş hatta bu farklılıklardan hoşlanılmıştır bile. Karagöz ve ortaoyunu karakterlerinin güldürmek için kullanılan özelliklerinin başında aydın ve avam konuşmasının yanlış anlaşılmalarından ortaya çıkan gülünç durumlar, Osmanlı tebaasından Arnavutların, Lazların vb. aksanları hoş bir tebessüm bırakmak adına oynana gelmiştir.