Hawking görüşleri ışığında evrenin yapısı hakkındaki düşüncelerimizin nasıl şekillendiği, hangi toplumsal dinamiklerin evren tasarımlarımızı nasıl etkilediği, felsefi ve bilimsel bir bakış açısıyla değerlendirildi. Akıllı bir yaşamın varlığı, üzerinde yaşadığımız gezegenin canlı yaşamına elverişli koşullara sahip olmasını gerekli kılar. Bu durum, bizatihi kendi varlığımızdan da kaynaklanmaktadır. Bu tutumun en somut örneği, evrenin insan için yaratıldığı ve onun yüce bir varlık olduğunu öne çıkarmak için onu merkeze alan Dünya merkezli bir evren tasarımıdır. Bugün gelinen noktada ise evreni nerede ve hangi zamanda gözlemleyebileceğimizi bildiren bir dizi yasa, insanoğlunun varlığıyla yakından ilişkilidir. Böylece varlığımız, bulunduğumuz konumu sınırlamış ve yaşamın mümkün olduğu koşulları gerekli kılmıştır.
İlkçağ ve Orta Çağ’da evren tasarımlarını şekillendiren fiziksel, metafiziksel ve teolojik gerekçelerin tarihi arka planı incelendi. Aristoteles fiziği tarafından Ay-altı ve Ay-üstü kavramları bağlamında desteklenen Dünya merkezli evren modeline göre Ay-üstü âlem, değişimin, bozulmanın olmadığı ezeli ve ebedi bir alan olarak karşımıza çıkmaktadır. Galileo’nun astronomik gözlemleriyle birlikte Ay-üstü âleme yüklenen tüm metafiziksel anlam kaybolmaya başlamıştır. Ay-üstü evren manasını tamamıyla kaybettikten sonra bu âlem de Ay-altı âlemi, yani fiziğin konusu olmaya başlamıştır.