Orta Çağ denilince aklımıza Kavimler Göçü ile başlayıp (M.S 375), İstanbul’un Fethi (1453) ile sona eren süreç gelmektedir. Aslında Orta Çağ, dünya üzerinde farklı milletler için farklı zaman dilimlerini ve farklı anlamları barındıran bir dönemdir; kimine göre katedrallerin ihtişamı altında kurulan darağaçlarında sallanan kellelerin olduğu, hastalıklarla boğuşulan karanlık bir çağ; kimine göre ise ipek kıyafetleri, görkemli taçları ve kudretli yönetimleri ile herkesin korktuğu ve saygı duyduğu azametli kadın sultanların yaşadığı ihtişamlı saraylar demektir.
Kadın perspektifinden baktığımız zaman Orta Çağ, Batı ile Doğu arasında siyah ve beyaz kadar iki zıt renktir. Orta Çağ Avrupa coğrafyası kadın için Heretik, cadı, eşcinsel, fahişe ithamları altında Engizisyon elinde işkenceler gördüğü; ancak soylu kadınların, diğerlerine göre birtakım haklara sahip olabildiği bir dönemdir. Türk-İslâm dünyasına baktığımızda ise durum tamamen farklıdır. Çünkü Türk-İslâm coğrafyasında toplumun tüm katmanlarında kadın değer görmüş sosyal, siyasi ve askeri hayatı etkileyici bir güce sahip olmuştur.